11 Nisan 2012 Çarşamba

Paradigmalarımız


PARADİGMALARIMIZ

Önemli bir toplantıda cep telefonuyla bağıra bağıra konuşan bir kişi garibinize gidiyorsa, paradigmanızı değiştirmeden onu değerlendirdiğiniz için, siz yanılıyorsunuzdur.
Örneğin; trende giderken, bir baba, 3 evladıyla oturup, sürekli ağlayan çocuklarına hiç, susun, demeden yolculuğa devam ettiğinde ; siz ona ne gamsız adam, diyebilirsiniz. Ama sorsanız, belki de onlar hastaneden geliyorlardır ve bir saat önce çocukların anneleri ölmüştür ve eve dönüyorlardır.
Prof.Covey’in konuşmasını dinlemeye gelen annesi, arka sırada oturan 2 kişinin toplantı boyunca sürekli konuştuklarını görerek, çok öfkelenmiş ve oğlumu küçümsüyorlar diyerek te çok üzülmüş. Yemek molasında oğluna, şunların kafasına çantamı indiresim geliyor, demiş. Oğlu; “anne o adam Finlandiyalı, burada simultane tercüme yok, mecburen tercümanı yanına oturttuk” demiş.
Havaalanında aktarma yapmak isteyen yaşlı bir hanım, uçağının 2 saat gecikmeli olduğunu öğrenince, dergiler ve bir kutu kurabiye alarak bekleme salonuna geçmiş. Yanındaki sehpaya da dergileri ve kurabiye kutusunu bırakarak, okumaya dalmış. Bir ara bakmış ki, yanındaki koltuğu oturan bir adam, sehpadaki kurabiye paketini açıyor ve yemeye başlıyor. Kurabiyelerin kendisine ait olduğunu hissettirmek isteyen kadın, adama dik dik bakmış. Hatta canı o an istemediği halde, kutudan bir kurabiyeyi ağzına atmış. Her halde kurabiyelerin sahibinin kim olduğunu artık anlamıştır diye düşünürken, adam bir tane daha ağzına atmaz mı? Hemen kadın da bir tane daha atmış ve bir yarışma başlamış, adam bir tane, kadın bir tane. Sonuçta kutuda tek kurabiye kalmış, adam onu hızlıca kaparak ortadan bölmüş ve gülerek kadına ikram etmiş. O sırada, kadının uçağının alana indiği anonsu duyulmuş ve işlemler için kadın bankoya gitmiş. Pasaportunu çıkartmak için çantasını açtığında, ne görsün ; kendi kurabiye paketi, hiç açılmamış olarak çantasında durmuyor mu?
Meğer, bunca zamandır adamın kurabiyesini yiyormuş. Tabii çok utanmış ama, artık iş işten çoktan geçmiş.

Başkalarının düşünce ve davranışları hakkında hüküm verirken, elimizdeki veriler çoğu zaman yeterli olmuyor. Davranışların nedenini bilmeden çok yanlış yargılara varabiliyoruz.

Covey bu örnekleri ; “aynı enformasyona farklı bakış, bizim davranışlarımızı belirler” diye özetliyor. Buradan yola çıkarak çözemediğimiz sorunlar için, paradigma (zihin haritası) değiştirmenin gereğini vurguluyor ve Einstein’in bir sözünü anımsatıyor:

Karşılaştığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz.
Çoğumuzun zaman zaman yaptığı gibi, “sorunların içinde kaybolmak” yerine, paradigma değiştirmeyi başarıp, sorunlara farklı biçimde yaklaşabilenler, o sorunu asma şansını da yakalıyorlar. Zaten sorunlarımızı dostlarımızla paylaşmamızın nedenlerinden biri de, farklı bir bakışın, bize farklı davranabilme kapısı aralama ihtimali değil midir?

ÇÖZÜMSÜZ gibi gördüğünüz sorunlar konusunda PARADİGMA değiştirmenin önemi çok büyüktür. Aslında hayatımızı, başarımızı, mutluluğumuzu belirleyen bizim kendi davranışlarımızdır. Başımıza gelen her şeyle onlara verdiğimiz tepki ve yanıt arasında geniş bir hareket alanı vardır…”

15 Mart 2012 Perşembe

Cura
Halk ozanıdır. Koca yürek... Anadolu’nun bağrından kopar, yolu Paris’e düşer. Bi başına. Karnı aç. Elleri cebinde dolaşırken, bakar ki, sokak çalgıcıları var, müzik yapıyorlar, para topluyorlar. Çöker bi köşeye, cura’sını tıngırdatmaya, yanık yanık söylemeye başlar:
“Aç kulaklarını dinle sözümü, yalan söz gerçeğe tuzak değil, insan hakkını hak bilen kişi, özünde nur doğar yalan ateşi, kamili taşlamak cahilin işi, cahilden kötülük hiç uzak değil... ”
*
Tesadüfen ordan geçerken, durup, dinleyenler arasında Abidin Dino da vardır. Çağdaş Türk resminin öncülerinden, ressam, karikatürist, yazar, yönetmen... Entelektüel çevrede büyüyen, Robert Kolej mezunu, bizzat Mustafa Kemal tarafından resim ve sinema eğitimi için Rusya’ya gönderilen... ABD’de Fransa’da sergiler açan, Fransa Plastik Sanatlar Birliği Onursal Başkanı olan, Fransa Kültür Bakanlığı’ndan Altın Şövalye Nişanı alan, New York Dünya Sanat Sergisi Danışmanlığı yapan... Siyasi görüşleri nedeniyle ordan oraya sürgüne gönderilen Abidin Dino.
*
Tanışırlar... Kasketli, pala bıyıklı, buram buram Anadolu kokan ozan’ın kalacak yeri olmadığını öğrenir, koluna girer, evine davet eder. Dilbilimci, yazar, Paris Ulusal Bilim Merkezi’nde görev yapan, öğretim üyesi doçent eşi Güzin Dino, sofrayı kurar. Otururlar, sohbete koyulurlar. Laf lafı açar, ozan der ki, beni yarın çarşıya götürür müsünüz? Hayrola derler, ne lazımsa biz sana alalım... “Bale ayakkabısı alacağım” der! Dino’lar şoke olur. Kara yağız ozan, o şahane şivesiyle devam eder: “Benim oğlan balet de... Ona göndereceğim.”
*
Çünkü...
Nesimi Çimen’dir o.
*
Türkü derleyen, ilk plak çalışmasını 1964’te yapan, Almanya’da Fransa’da İsveç’te albümler çıkaran, dünyanın en önemli müzikhollerinde sahne alan, Türkiye’de ha bire gözaltına alınan, işkence gören, sürüm sürüm süründürülen, yılmayan, ömrünün sonuna kadar hiç sosyal güvencesi olmayan, yurtdışından gelen teliflerle mütevazı yaşamını sürdürmeye gayret eden... Sazın sözün, üç telli cura’nın ustası.
*
Aslen Tunceli Hozatlı. Kayseri’de ırgatlık yaparken, aşiret ağasının kızı Dilber’e aşık olur, Dilber de ona, kaçarlar, Adana’ya... Evlatları olur. Almanya’ya işçi yazılır, nefes darlığı olduğu için kabul edilmez. Kalaycılık filan yaparken, Yaşar Kemal’le tanışır. Onun yardımıyla İstanbul’a göçer, gecekondu kiralar, mozaik fabrikasında işe girer. Fabrika greve gider, Nesimi’yi kovarlar. Ayazda kalır. Dokuz yaşından beri çalıp söylediği cura’sına bakar, ekmeği senden çıkaracağız der, ozan’lığa başlar. Tek kelimeyle, müthiştir. Anında tanınır. Efsane haline gelmeye başlayan bu gariban’ın tek göz oda gecekondusuna gelip gidenler arasında, Yaşar Kemal’in yanısıra, gazeteci İlhan Selçuk, sosyolog siyasetçi Behice Boran, caz-pop divası Tülay German, Yılmaz Güney, heykeltıraş Kuzgun Acar, yönetmen Atıf Yılmaz, Aşık Mahsuni Şerif vardır... Ve, kurban olduğum, Can Yücel.
*
Yurtdışında eğitim için devlet bursunu bileğinin hakkıyla kazandığı halde “torpil yaptı dedirtmem, seni gönderemem” diyen Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in oğlu... Biriktirdiği harçlıkları, kendi yerine gönderilen ve beyin cerrahisinde çığır açan, canciğer arkadaşı Ordinaryüs Profesör Gazi Yaşargil’e veren... Alnı açık yürüyen, Cambridge Üniversitesi’ne gitmeyi başaran, zırt pırt içeri tıkılan, oralı bile olmayan, tınmayan... Bana göre, Türkiyemin en heyecan verici şairi Can Yücel.
*
Bi gün, Nesimi’nin henüz bebekken eline cura verdiği oğluna bakar şöyle Can Yücel... “Bu çocuğu Konservatuara göndersene birader” der. Nesimi de “peki” der.
*
Girer sınava oğlan, doğuştan kabiliyet, İstanbul Devlet Konservatuarı’nı birincilikle kazanır. Keman bölümüne yazarlar. Yazarlar ama, keman alacak parası yok. Okul hediye eder... Hediye kemanla dört sene okur. Öbür masrafları Can Yücel tarafından karşılanır. Ancak... Ciddi bir sorun vardır. Akşamları evde ders çalışması mümkün değildir. Tam eline kemanı aldığında, sofra kurulur, eş dost, türkü başlar, oğlan da mecburen cura’sına sarılır, babasına eşlik eder. E böyle olmayacak, sonunda karar verir, ev ödevi olmayan bir bölüme geçmelidir... 14 yaşında giyer taytını, Bale bölümüne geçer. Önceleri gizler babasından... Sonra öğrenir baba... Dedim ya, koca yürek, gülümser, evladına şöyle der: “Nerde mutluysan, orda yaşa!”
*
Geceleri pavyonlarda bağlama çalarak cep harçlığını çıkarır, babasıyla köy köy dolaşır, derleme çalışmalarına katılır, Orhan Gencebay’ın arkasında çalar, neticede Konservatuar’dan mezun olup, İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ne girer.
*
Mazlum Çimen’dir o.
*
Nesimi’nin, zulüm görmüş, haksızlığa uğramış manasında “Mazlum” adını koyduğu oğlu...
Adının hakkını verircesine, henüz sekiz yaşındayken babasıyla birlikte gözaltına alınan, babasının işkence görmesine şahit olan Mazlum.
*
20 sene klasik eserlerde, Yedi Kocalı Hürmüz’den Hisseli Harikalar Kumpanyası’na sayısız müzikalde dans etti. Edip Akbayram’a Fatih Kısaparmak’a besteler verdi. Film müzikleri yaptı, Altın Portakal ve Altın Koza’nın yanısıra, Almanya’dan Fransa’dan İsviçre’den ödüller kazandı. Dizi film müzikleri yaptı, mesela, Orhan Kemal’in ölümsüz eseri Hanımın Çiftliği gibi... Kendisinin çalıp söylediği, albümler çıkardı. Oğluyla birlikte Çimen Müzik’i kurdu.
*
Oğul da, Saki Çimen...
Nesimi’nin torunu.
Piyanist.
*
Dedesinin türküleriyle büyüdü, 13 yaşındayken ilk bestesine imza attı. Kendisine ait 11 besteyle Rastgele albümünü çıkardı. Saki piyano çaldı, Cem Yılmaz bateriyle, Kürşat Başar saksafonla, Cahit Berkay yaylı tamburla, Nebil Özgentürk bağlamayla, Erdem Akakçe gitarla, Sırrı Süreyya Önder cümbüşle eşlik etti.
*
Bale ayakkabısına dönersek...
Paris’ten geldi Nesimi, bale ayakkabılarını oğluna verdi, orda biriyle tanıştım dedi, gitar çalıyor, çok önemsiyorlar adamı... Kim acaba? Bilmiyorum dedi, yağmurlu bi havaydı, curamı ceketimin içinden çıkardım, adam çok şaşırdı bunu mu çalıyorum diye, ben çaldım, o adam sanki küçüldü küçüldü curanın içine girdi, ööyle dinledi.
*
Senelerce bunu anlattı.
Gel zaman git zaman...
Paris bavulunun içinde bir fotoğraf buldu Mazlum... Babası cura çalıyor, “o adam” adeta büyülenmiş gibi, nefesini tutmuş dinliyor. Vayyy dedi, koştu babasına, fotoğrafı gösterdi...
O adam, bu adam mıydı?
Evet dedi Nesimi...
*
Peter Gabriel’di.
*
Progressive rock denince ilk akla gelen, Genesis’in kurucusu... Grup ve solo albümleri 250 milyon satan, altı Grammy’si ve Oscar adaylığı bulunan, İngiliz kült müzisyen.
*
Ve...
Yaktılar o Nesimi’yi!
Sivas’ta yakılanlardan biri.
*
Ve, değerli gençler...
Ne salt Alevilerdir kıyılan aslında, ne hukuk garabetidir, ne de güvenlik zafiyeti... Hepsi sığmayacağı için, sadece bir örnek verdim, yukarda adı geçenleri sıralayın lütfen alt alta.
*
Anadolu kültürünü muhafaza ederek, müzikle baleyle resimle sinemayla, akılla bilimle eğitimle, Batı’ya yelken açan yolculuk’tur asıl önlenmek istenen... Yobazlığı hâkim kılmaktır.
Yılmaz ÖZDİL / HÜRRİYET

30 Aralık 2007 Pazar

" O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.

Yaşarsın çünkü
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki।

Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle O daha az sever seni,
Senin O'nu sevdiğinden।

Çok sevmezsen, çok acımazsın।
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsı
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin, Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
“O benim.” diyeceksin.

Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir Şeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, ya da pembeye. Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın. Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak...



CAN YÜCEL

17 Aralık 2007 Pazartesi

Özgüven

Ben tabiatın en büyük mucizesiyim.Zamanın akmaya başlamasından bu yana aklımın, kalbimin, gözlerimin, kulaklarımın, ellerimin, saçlarımın, ağzımın bir başka eşi yoktur. Daha önce benim gibi bir kimse doğmadı, bugün benim gibi bir kimse yok, yarın da benim gibi yürüyen ve konuşan ve tıpkı benim gibi düşünen bir kimse olmayacak. Bütün insanlar kardeşlerimdir, ama ben hepsinden farklıyım. Ben eşsiz bir yaratığım. Ben tabiatın en büyük mucizesiyim.Hayvanlar aleminden geliyorum, ama hayvani ödüller beni hiçbir zaman tatmin edemez. İçimde kuşaktan kuşağa taşınmış bir meşale yanıyor. Sıcaklığı ruhumu daha iyi olmaya tahrik ediyor, daha da iyi olacağım. Bu tatminsizlik alevini körükleyecek ve dünyaya eşsizliğimi ilan edeceğim.Fırça darbelerimi hiç kimse tekrarlayamaz, yontularımın aynısını kimse yapamaz, hiç kimse yazımı taklit edemez, hiç kimse benim çocuğumu yapamaz ve gerçekten de; hiç kimse tıpkı benim gibi başarılı olamaz.. Bundan böyle bu farklılıktan yararlanacağım; bu benim için her yönden desteklenmesi gereken bir servettir.Ben tabiatın en büyük mucizesiyim. Artık, başkalarını taklit etmek için boş çabalarda bulunmayacağım. Tersine, eşsizliğimi ortaya koyacağım, eşsizliğimi ilan edecek, evet, onu satacağım. Artık farklılıklarımı vurgulamaya başlayacağım, benzerliklerimi saklayacağım. Bütün ötekilerden farklı olan ve bu farklılıktan gurur duyan bir insan.Ben tabiatın eşsiz bir yaratığıyım. Ben nadirim ve nadir olan her şey değerlidir. Onun için ben de değerliyim. Binlerce yıllık evrimin ürünüyüm ben. O nedenle, benden önce gelen bütün imparatorlardan ve bilgelerden hem maddi hem de manevi olarak daha iyi donatılmış durumdayım. Ama eğer iyi yönde kullanmazsam, becerilerim, aklım, kalbim ve vücudum durgunlaşacak, çürüyecek ve sonunda yok olacaktır. Sınırsız potansiyele sahibim. Beynimin yalnızca küçük bir bölümünü kullanıyorum, kaslarımın yalnızca önemsiz bir kısmını geriyorum. Dünkü başarılarımı yüzlerce kat ve daha da fazla artırabilirim; bugünden başlamak üzere, bunu yapacağım.Artık hiçbir zaman dünün başarılarıyla tatmin olmayacağım, gerçekte sözünü etmeye değmeyecek kadar küçük eylemlerle övünmeye bundan böyle izin vermeyeceğim. Sahip olduğumdan daha fazlasına sahip olabilirim, sahip olacağım! Beni yaratan mucize doğumumdan sonra niçin sona ersin ki? Ben tabiatın eşsiz bir mucizesiyim. Bu dünyaya tesadüfen gelmedim. Bir amaç için buradayım ve bu amaç, bir kum tanesi kadar küçülmek değil, bir dağ kadar büyümektir. Bundan böyle bütün kuvvetimi hepsinden daha büyük bir dağ olmaya yöneltecek, potansiyelimi, o merhamet çığlıkları atıncaya kadar zorlayacağım. İnsanlık ve kendim hakkındaki bilgilerimi artıracağım. Üslubumu ve nezaketimi sürekli iyileştireceğim, çünkü bunlar herkesi cezbeden şekerlerdir.Ben tabiatın eşsiz bir mucizesiyim.Gücümü zamanın meydan okumalarında yoğunlaştıracağım, eylemlerim başka her şeyi unutmama yardım edecektir. Evdeki sorunlarım evde kalacaktır. İşimdeyken ailemi düşünmeyeceğim, yoksa bu zihnimi karartır. Aynı şekilde, işimdeki problemler iş yerinde kalacaktır. Evimdeyken mesleğimi düşünmeyeceğim, yoksa bu sevgimi azaltır.İşyerinde aileme yer yoktur, evimde de işyerine. Her ikisini de birbirinden ayıracak ve böylelikle her ikisiyle de evli olacağım. Her ikisi ayrı olmalıdır, yoksa mesleğim ölür. Bu, yılların çelişkisidir.Ben tabiatın eşsiz bir mucizesiyim. Bana, görmem için gözler, düşünmem için akıl verilmiş. Ve hayatın artık idrak etmek istediğim büyük sırrı eninde sonunda odur ki, bütün sorunların, cesaretsizliklerim ve ıstıraplarım, gerçekte tebdili kıyafet etmiş olanaklarımdır. Bundan böyle onların kuşandığı kıyafetle aptallaşmayacağım, çünkü gözlerim açıldı. Giysinin ötesine bakacak ve kanmayacağım.Ben tabiatın eşsiz bir mucizesiyim. Hiçbir yabani hayvan, hiçbir bitki, hiçbir rüzgar, hiçbir yağmur, hiçbir kaya, hiçbir göl benimle aynı geçmişe sahip değildir, çünkü ben sevgiyle yaratıldım ve bir amaç için doğuruldum. Eskiden bu gerçeği dikkate almazdım, ancak bundan böyle bu, hayatımı biçimlendirecek ve yönlendirecektir.Ben tabiatın eşsiz bir mucizesiyim. Tabiat yenilgi bilmez. Sonunda galip gelir, ben de öyle. Her zaferle bir sonraki mücadele daha kolaylaşır. Kazanacağım, başaracağım, çünkü ben eşsizim.Ben tabiatın eşsiz bir mucizesiyim.

10 Aralık 2007 Pazartesi

Sebat!..
Başarana kadar sebat edeceğim. Arenada dövüşecek boğalar belli bir şekilde sınanırlar. Her biri güreş meydanına getirilir ve üzerlerine mızrak batıran pikadorlara saldırmalarına izin verilir. Boğanın cesareti, kılıçların acısına rağmen kaç kez hamle yapmaya yeltendiğiyle ölçülür. Bundan böyle yaşam tarafından sınanacağım her gün aynı şekilde davranacağım.
Israr edersem, denemeyi sürdürürsem, ileri hamle yapmaya devam edersem, başarılı olacağım.
Başarana kadar sebat edeceğim.
Ben bu dünyaya mağlup olmak için gelmedim, damarlarımda da başarısızlık akmıyor. Ben, çobanı tarafından güdülmeyi bekleyen bir koyun değilim. Ben bir aslanım ve koyunlarla birlikte konuşmayı, yürümeyi ve uyumayı reddediyorum. Başarısızlık mezbahası benim kaderim olamaz.
Başarana kadar sebat edeceğim.
Hayatın ödülleri seyahatlerin başında değil, sonundadır. Hedefime ulaşmak için kaç adım gerektiğini bilemem. Belki bininci adımda da başarısızlığa göğüs gereceğim ama başarı, yolun bir sonraki kavşağında olabilir. Köşeyi dönmeden önce, başarının ne kadar yakın olduğunu hiçbir zaman bilemem.
Her zaman yeni bir adım atacağım. Yararı olmazsa, başka bir adım, sonra bir başka adım daha atacağım. Gerçekten adım adım ilerlemek, hiç de zor değildir.
Başarana kadar sebat edeceğim.
Bundan böyle her günkü çabamı, koca bir meşe ağacına sapladığım tek bir kılıç darbesi olarak göreceğim. Tek bir darbe gövdeyi titretmez bile, ikincisi ve üçüncüsü de. Darbeler kendi başına önemsiz, sonuç getirmez gibi görünebilir. Ancak en sonunda, çelimsiz bir darbe ile meşe ağacı devrilebilir. Bugünkü çabalarım bunun içindir.
Dağları yıkayan bir yağmur damlası, kaplanı hırsla yiyip bitiren böcek, yeryüzünü aydınlatan yıldız, piramidi inşa eden köle gibi olacağım. Kalemi taş üstüne taş koyarak inşa edeceğim. Biliyorum ki, sebatla tekrar edilen küçük çabalar, her girişimi tamamlayabilir.
Başarana kadar sebat edeceğim.
Hiçbir zaman yenilgiyi düşünmeyeceğim. Vazgeçmek, yapamamak, aciz kalmak, işe yaramamak, umutsuzluk, geri çekilmek türünden sözcükleri lügatimden sileceğim, çünkü bunlar aptallara özgüdür.
Umutsuzluğa kapılmayacağım, ama bu ruh hastalığı bana bulaşsa bile, yine de çalışmaya devam edeceğim. Didineceğim ve dayanacağım. Ayaklarıma dolanan engelleri görmezlikten gelecek, gözlerimi başımın üzerindeki hedeflere dikeceğim, çünkü kuru çöllerin nerede bitip yeşil vadilerin nerede başladığını biliyorum.
Başarana kadar sebat edeceğim.
O eski ortalamalar yasasını hatırlayacak ve bunu kendi yararıma kullanacağım. Her başarısızlığımın sonraki denemede şansımı artırdığını bilerek ısrar edeceğim.
Duyduğum her "Hayır" sözü, beni "Evet"e biraz daha yaklaştıracak. Karşımdaki her çatık kaş beni yalnızca gelecekteki gülümser yüzlere götürecektir. Karşıma çıkan her talihsizlik içinde yarının şans tohumunu taşıyacaktır.
Gecem olmalı ki, gündüzün kıymetini bileyim. Sık sık başaramamalıyım ki, bin kere de kazanayım.
Başarana kadar sebat edeceğim.
Deneyeceğim, deneyeceğim ve yine deneyeceğim. Her engeli, yalnızca amacıma ulaşmada dolambaçlı bir yol, mesleğime yönelik bir meydan okuma olarak göreceğim. Bir denizci nasıl karşılaştığı her fırtınada su yüzünde kalabilme becerilerini daha da geliştirirse, ben de becerilerimi öyle geliştireceğim. Başarana kadar sebat edeceğim.
Bundan böyle işimde benden daha iyi olanların bir başka sırrını daha öğrenecek ve uygulayacağım. Her günbatımında, başarılı olsun olmasın, bir daha deneyeceğim. Düşüncelerim yorgun bedenimi eve çağırırken, o yöne gitmeye direneceğim. Yeniden deneyeceğim. Zafere yaklaşmak için bir daha deneyeceğim ve eğer başaramazsam, yeniden deneyeceğim. Hiçbir zaman bir günün başarısızlıkla bitmesine izin vermeyeceğim. Böylece yarının başarı ve kazanç tohumlarını atacak ve işi belli bir zamanda bırakanlara karşı muazzam bir üstünlük sağlayacağım. Başkaları mücadeleyi bıraktığında, benimki başlayacak ve hasadım bol olacak.
Başarana kadar sebat edeceğim.
Dünün başarısının bugün beni uyuşturmasına izin vermeyeceğim, çünkü bu başarısızlığı hazırlar.
İster iyi, isterse kötü olsunlar, geçen günün olaylarını unutacak, yeni doğan günü sanki en güzel günümmüş gibi güvenle selamlayacağım.
Nefes aldığım sürece ısrar edeceğim. Çünkü şimdi başarının en önemli ilkelerinden birisini öğrendim; eğer yeteri kadar ısrar edersem, kazanacağım.
Sebat edeceğim.
Kazanacağım.

9 Aralık 2007 Pazar

Sevgi!...

Bugünü yüreğimdeki sevgiyle selamlayacağım.
Her türlü girişimdeki başarının en büyük sırrı budur. Güç, bir kalkanı delebilir ve hatta hayata son verebilir ama insanların kalbini yalnızca sevginin görünmez gücü açabilir. Sevgiyi en büyük silahım yapacağım. Seslendiğim hiç kimse onun gücüne karşı savunma yapamaz.
Düşüncelerime karşı koyabilirler; sözlerimden kuşku duyabilirler; kıyafetimi beğenmeyebilirler; yüzümü reddedebilirler ve hatta pazarlıklarım kuşku doğurabilir; ama sevgim, nasıl güneşin ışınları en soğuk çamuru bile eritiyorsa, onların yüreklerini öyle yumuşatacaktır.
Bugünü yüreğimdeki sevgiyle selamlayacağım.
Peki bunu nasıl yapacağım?
Bundan böyle her şeye sevgiyle bakacağım ve yeniden doğacağım.
Güneşi kemiklerimi ısıttığı için seveceğim; ama yağmuru da ruhumu temizlediği için.
Işığı, bana yol gösterdiği için seveceğim; ama bana yıldızları gösteren karanlığı da.
Mutluluğu, yüreğimi büyüttüğü için seveceğim; ama ruhumu açtığı için kedere de dayanacağım.
Ödemem gerekli olan her şeyi şükranla ödeyeceğim; ama engelleri de bana meydan okudukları için selamlayacağım.
Bugünü yüreğimdeki sevgiyle selamlayacağım.
Peki nasıl konuşacağım?
Düşmanlarımı öveceğim ve onlar dostlarım olacak; dostlarımı yüreklendireceğim ve onlar kardeşlerim olacak. Her zaman övgü nedenleri araştıracağım. Hiçbir zaman dedikodu, karalama yapmayacağım. Eleştirmeye yöneldiğim zaman dilimi ısıracağım; övmek istediğimde ise damlardan bağırmayacağım.
Kuşlar, deniz, bütün doğa, yaradan için övgü müziği ile konuşmuyor mu? Ben, onun çocuklarına aynı müzikle konuşamam mı? Bundan böyle bu sırrı hatırlayacak ve hayatımı değiştireceğim.
Bugünü yüreğimdeki sevgiyle selamlayacağım.
Peki nasıl davranacağım?
İnsanların bütün davranışlarını seveceğim, çünkü her biri gizli de olsa, hayranlık duyulacak özelliklere sahiptir. Kalplerinin etrafına ördükleri kuşku ve nefret duvarını sevgiyle yerle bir edecek, yerine, sevgim ruhlarına girebilsin diye, köprüler kuracağım.
Haris olanları seveceğim, çünkü onlar bana esin verir. Başarısızlığı seveceğim, çünkü bana öğretir.
Kralları seveceğim, ne de olsa onlar da insandır. Alçak gönüllüleri seveceğim, çünkü onlar kutsaldır.
Zenginleri seveceğim, ne de olsa yalnızdırlar. Yoksulları seveceğim, çünkü o kadar çoklar ki.
Gençleri seveceğim, inançları için. Yaşlıları seveceğim, paylaştıkları bilgelikler için.
Güzelleri seveceğim, gözlerindeki mahzunluk için. Çirkinleri seveceğim, ruhlarındaki barış için.
Bugünü yüreğimdeki sevgiyle selamlayacağım.
Peki başkalarının davranışlarına nasıl tepki göstereceğim?
Sevgiyle. Sevgi, nasıl benim insanların kalbini açmak için silahım ise, aynı zamanda benim nefretin oklarına ve hiddetin mızraklarına karşı kalkanımdır. Zorluklar ve cesaretsizlikler yeni kalkanıma çarpıp en yumuşak yağmurlara dönüşecektir. Kalkanım beni pazar yerinde koruyacak ve yapayalnız iken bana destek olacaktır. Ümitsizliğimi yok edecek, böbürlenmemi eğeleyecektir. Kalkanım kullanıla kullanıla daha da güçlenecek, beni daha iyi korur hale gelecektir, ta ki ben bir gün onu bir kenara bırakıp her türlü insanın arasında engelsiz yürümeye başlayıncaya kadar. Bunu yaptığımda adım hayat piramidinin en tepesine yazılacaktır.
Bugünü yüreğimdeki sevgiyle selamlayacağım.
Karşılaştığım herkese nasıl davranmam gerekiyor?
Tek bir şekilde. Sessizce, içimden ona seni seviyorum diyeceğim. Sessizce söylenmiş de olsa, bu sözler, gözlerimde ışıldayacak, alnımdaki kırışıklıkları yok edecek, dudaklarıma gülümseme getirecek ve sesimde yankılanacaktır. Ve kalbi açılacaktır. Yüreği benim sevgimi hisseden birisi sunduklarımı nasıl reddedebilir ki?
Bugünü yüreğimdeki sevgiyle selamlayacağım.
Ve her şeyden önce kendimi seveceğim. Kendimi sevince, bedenime, ruhuma ve kalbime giren her şeyi şevkle inceleyeceğim.
Hiçbir zaman etimin arzularına esir olmayacağım, tam tersine, vücudumu itidal ile temiz tutacağım.
Aklımın hiçbir zaman günahkârlık ve ümitsizlikle çelinmesine izin vermeyeceğim; tam tersine, onu bilgiyle ve yüzyılların bilgeliği ile yücelteceğim.
Ruhumun hiçbir zaman kendini beğenmişliğe ve doymuşluğa kapılmasına izin vermeyeceğim; tam tersine, kendimi dinleyecek ve dua ile onu besleyeceğim.
Kalbimin hiçbir zaman küçülmesine ve acıyla dolmasına izin vermeyeceğim, tam tersine, onu paylaşacağım, o büyüyecek ve yeryüzünü ısıtacaktır.
Bugünü yüreğimdeki sevgiyle selamlayacağım.
Bundan böyle insanlığı seveceğim. Bu andan itibaren damarlarımdan nefreti defediyorum, çünkü nefret etmeye zamanım yok, yalnızca sevgi için zamanım var.
Bu andan itibaren, insanların arasında bir insan olmak için gereken ilk adımı atıyorum. Başka özelliklerim olmasa bile, yalnızca sevgiyle bile başarı kazanabilirim. Dünyanın bütün bilgisi ve becerisi bende olsa bile, sevgi olmaksızın başaramam.

Bugünü sevgiyle selamlayacağım ve başaracağım...

7 Aralık 2007 Cuma

Bugün yeni bir hayata başlıyorum.
Bugün, çok uzun zamandan beri başarısızlığın bereleriyle bayağılığın yaralarından acı çeken pörsümüş derimi çıkarıp atacağım.
Bugün yeniden doğdum ve doğduğum mekan, herkese meyve sunan bir üzüm bağıdır. Bugün bağdaki en büyük ve en yüklü asmadan bilgelik meyvelerini toplayacağım, çünkü bu asma kuşaklar boyunca benden önce gelen meslektaşlarımın en bilgeleri tarafından, dikilmiştir.
Bugün üzümlerin tadına bakacak, her birinin içindeki başarı çekirdeğini gerçekten yutacağım. Ve içimde yeni bir hayat filizlenecek.
Seçmiş olduğum meslek olanaklarla yüklü ama kalp kırıklığı ve ümitsizlikle de dolu. Başarısızlığa uğrayanların gövdeleri üst üste konsa, gölgesi yeryüzünün bütün piramitlerini kaplar.
Onun için ötekiler gibi başarısız olmayacağım, çünkü şu anda ellerimde, beni tehlikeli sulardan alıp dün yalnızca düşlerimde görebileceğim kıyılara götürecek olan bu haritaları tutuyorum.
Başarısızlık bundan böyle benim mücadeleye ödediğim bedel olmayacak. Nasıl ki doğa vücuduma acıya dayanma şartını koşmamışsa, yaşantıma da başarısızlığa uğrama şartını koymamıştır. Başarısızlık, tıpkı acı gibi benim hayatıma yabancıdır. Geçmişte, acı gibi, onu da kabul etmiştim. Şimdi artık onu reddediyorum. Beni gölgeler arasından, en ölçüsüz rüyalarımın da ötesine, Hesperides Bahçesi'ndeki altın elmaları bile yeterli görmeyeceğim kadar çok zenginliğin, nüfuzun ve mutluluğun ışığına götürecek olan bilgeliğe ve ilkelere hazırım.
Zaman sonsuza dek yaşayana her şeyi öğretir ama ölümsüz olma lüksüne sahip değilim. Payıma düşen zaman içinde sabır sanatını icra etmeliyim, çünkü doğa hiçbir zaman aceleci davranmaz. Bütün ağaçların kralı olan zeytin ağacının yetişmesi için yüz yıl gereklidir. Bir soğan ise dokuz haftada yetişir. Soğan bitkisi gibi yaşaya geldim. Bu beni mutlu etmedi. Şimdi artık bütün zeytin ağaçlarının en yücesi, satıcıların en büyüğü olacağım.
Peki, bu nasıl gerçekleşecek? Çünkü büyüklüğe erişmek için ne bilgim ne de deneyimim var ve daha şimdiden cahilliğe tökezleyip kendime acıma havuzuna düştüm. Sorunun cevabı basit. Gereksiz bilgi yükünün ya da anlamsız deneylerin yol açtığı engellere takılmadan yola çıkacağım. Doğa beni zaten ormandaki herhangi bir yabani hayvandan çok daha fazla bilgi ve içgüdü ile donatmış bulunuyor. Tecrübeye aşırı değer biçenler, bilgelikle kafa sallayıp budalaca konuşan ihtiyarlardır.
Gerçekte, tecrübe adamakıllı öğretir, ancak bu tedrisat insanın yıllarını alır, öyle ki verdiği derslerin değeri, has bilgeliğe erişmek için gerekli zamanla birlikte azalır. Sonunda ölülerin bedenlerinde yitip gider. Dahası, tecrübe, değişen adetlerle karşılaştırılabilir; bugün başarılı olduğu kanıtlanan bir faaliyet, yarın işe yaramaz ve elverişsiz hale gelir.
Yalnızca ilkeler kalıcıdır ve ben şimdi bunlara sahibim. Çünkü beni yüceliğe götürecek olan yasalar bu parşömenlerde yazılı bulunuyor. Bana öğretecekleri şey, başarı kazanmaktan çok başarısızlığın nasıl önleneceğine ilişkindir, çünkü başarı bir ruh halinden başka nedir ki? Bin akıllı adam içinde başarıyı aynı sözlerle tarif edecek iki kişi çıkar mı? Ancak başarısızlık her zaman aynı şekilde tarif edilmiştir. Başarısızlık, ne olursa olsun, insanın hayattaki amaçlarına ulaşamamasıdır.
Gerçekte, başarısız olanlarla başarılı olanlar arasındaki tek fark, alışkanlıklarının farklı olmasıdır. Her türlü başarının anahtarı alışkanlıktır. Kötü alışkanlıklar, başarısızlığa açılan kilitsiz bir kapıdır. O nedenle, bütün ötekilerden önce itaat edeceğim birinci yasa şudur: Güzel alışkanlıklar edineceğim ve onların kölesi olacağım.
Çocukken dürtülerimin kölesiydim; şimdi bütün öteki yetişkinler gibi alışkanlıklarımın kölesiyim. Özgür irademi yıllar boyu biriktirdiğim alışkanlıklara teslim ettim ve geçmiş yaşantımda yaptıklarım, geleceğimi daha şimdiden hapsetmekle tehdit ediyor. Eylemlerimi iştah, tutku, önyargı, açgözlülük, sevgi, korku, çevre, alışkanlık yönlendiriyor. Bu hükümdarların en zorbası ise alışkanlıktır. Eğer alışkanlığın kölesi olacaksam, o zaman iyi alışkanlıkların kölesi olmalıyım. Kötü alışkanlıklarım ortadan kaldırılmalı ve toprak iyi tohumlar için dipten sürülmeli.
İyi alışkanlıklar geliştirip onların kölesi olacağım.
Bu mahareti nasıl başaracağım? Bu, bu parşömenler sayesinde olacak, çünkü her parşömende yaşantımdaki kötü bir alışkanlığı kovup yerine beni başarıya yakınlaştıracak alışkanlığı getirecek bir ilke yazılı buluyor. Doğanın bir yasası da, bir alışkanlığın, ancak başka bir alışkanlıkla altedilebileceğidir. Burada yazılı sözlerin, seçkin görevlerini yerine getirebilmesi için, kendimi şu birinci yeni alışkanlıkla disiplin altına almalıyım:
Her parşömeni, ötekine geçmeden önce burada tarif edildiği şekilde, otuz gün okuyacağım.
Sözleri ilk önce sabah kalktığımda içimden okuyacağım. Öğle yemeğinden sonra bu sözleri içimden okuyacağım. Nihayet gün sonunda, yatmadan önce yine okuyacağım, ama her şeyden önemlisi, bu kez yazılanları yüksek sesle okuyacağım.
Ertesi gün ve otuz gün boyunca bu işlemi tekrarlayacağım. Sonra öteki parşömene geçecek ve aynı işlemi otuz gün uygulayacağım. Her parşömenle otuz gün birlikte yaşayıp okuduklarım alışkanlık haline gelinceye kadar böyle yapacağım.
Bu alışkanlıkla ne elde edilir? İnsanlığın kazanımlarının sırrı buradadır. Her gün bu sözleri yinelersem, bunlar benim aktif düşüncemin bir parçası haline gelecektir; ama daha da önemlisi, bu sözler benim düşüncemin de ötesine, hiçbir zaman uyumayan, düşlerimi yaratan ve çoğu kez de anlayamadığım şekilde davranmama yol açan gizemli kaynağıma sızacaklardır.
Parşömenlerde yazılanlar gizemli zihnim tarafından tüketildikçe, her gün daha önce hiç bilmediğim bir tazelikle uyanacağım. Enerjim artacak, şevkim kamçılanacak, dünyayla buluşma arzum, daha önce her gün doğumunda beni saran korkuları yenecek ve ben, bu çekişme ve keder dünyasında, mümkün olabileceğine daha önce inanmadığım kadar mutlu olacağım.
Sonunda kendimi, karşılaştığım bütün durumlara parşömenlerde emredildiği gibi tepki gösterirken bulacağım ve kısa süre sonra bu davranış ve tepkileri icra etmek kolaylaşacaktır, çünkü her eylem tekrarla kolaylaşır.
Bu şekilde yeni ve iyi bir alışkanlık doğar, çünkü eğer bir davranış sürekli tekrarla kolaylaşırsa bir zevk haline gelir ve o bir zevk haline gelirse, onu sık sık tekrarlamak insanın doğasındadır. Ben bunu sık sık tekrarlarsam, o bir alışkanlık haline gelecek, ben de onun kölesi olacağım, çünkü o iyi bir alışkanlık olduğu için benim arzuma uygundur.
Bugün yeni bir hayata başlıyorum.
Kendi kendime şu kutsal yemini ediyorum, artık hiçbir şey benim yeni hayatımın gelişmesini geciktirmeyecektir. Bunları okumadan tek bir gün bile yitirmeyeceğim, çünkü ne o gün geri gelebilir, ne de yeri başka bir günle doldurulabilir. Bu parşömenleri her gün okuma alışkanlığıma ara vermemeliyim, ara vermeyeceğim ve her gün bu yeni alışkanlık için harcayacağım nadir anlar gerçekte ulaşacağım mutluluğa ve başarıya ödediğim küçük bir bedeldir.
İzlemek üzere parşömenlerde yazılanları okuduğumda ve tekrar tekrar okuduğumda, ne bu sözlerin kısalığı, ne de içeriklerinin basitliği, verdikleri mesajı hafife almama izin vermelidir. Bir fıçıyı şarapla doldurabilmek için binlerce üzüm sıkılır, kabuklar ve posa kuşlara atılır. Yılların bilgelik üzümleri için de böyledir. Çok şey süzülmüş ve havaya savrulmuştur. Erişilecek sözlerin içinde yalnızca saf gerçek damıtılmıştır. Öğretildiği gibi içecek, tek bir damla bile heba etmeyeceğim. Ve başarının tohumunu içime çekeceğim.
Bugün eski derim toz oldu. İnsanlar arasında başı dik yürüyeceğim ve onlar beni tanıyamayacaklar, çünkü ben yeni bir hayata sahip yeni bir insan oldum.